Araştırma
Geceleri Zihnimiz Bizim İçin Çalışıyor Olabilir mi?
Avusturyalı nörolog ve psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’a göre rüyalar, bilinçaltımızda çözülmemiş çatışmalara dair önemli ipuçları sunuyordu. Freud’un 1899’da yayımlanan Rüyaların Yorumu adlı eseri, oldukça tartışmalıydı. Eleştirmenler, Freud’un rüya yorumlarının aşırı cinselliğe odaklandığını, fazlasıyla öznel olduğunu ve doğruluğunun bilimsel olarak test edilemediğini söylüyordu — aynı rüyayı yorumlayan iki analist, tamamen farklı sonuçlara varabiliyordu.
Freud’tan bu yana birçok bilim insanı rüyaların amacına dair farklı teoriler ortaya koydu. Bunlardan en çok öne çıkanı, 2000 yılında Fin sinirbilimci ve psikolog Antti Revonsuo tarafından öne sürülen tehdit simülasyonu teorisi. Bu teoriye göre rüyalar, evrimsel olarak tehlikeli durumları prova etmemizi sağlayan kadim bir savunma mekanizması. Yani rüyalar, beynimizin hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu becerileri sanal ortamda test ettiği bir tür antrenman alanı olabilir.
2005 yılında yapılan bir araştırma bu görüşü destekliyor. Savaş ve travmaya maruz kalan Kürt çocuklarının rüyalarında, travma yaşamamış Finlandiyalı çocuklara kıyasla çok daha fazla tehdit içerdiği görüldü. Bu da beynin, gerçek yaşam tehlikelerine karşı hazırlanmak için rüyaları kullanabileceğini düşündürüyor.
Ancak bu teori de tartışmalı. 2008’de Güney Afrika’daki yüksek suç oranına sahip bölgelerde yaşayan bireylerle, düşük suç oranına sahip Galler sakinlerinin karşılaştırıldığı bir araştırmada, Güney Afrikalı katılımcıların, Galli katılımcılara kıyasla daha az tehdit içeren rüya gördüğü ortaya çıktı. Bu sonuç, travmayla karşılaşan beyinlerin daha fazla tehdit simüle ettiğini öne süren teoriyi sorgulatıyor.
Başka bir teori, rüyaların yalnızca hafıza pekiştirmenin bir yan ürünü olduğunu öne sürüyor. Uyku sırasında beynin hipokampusu ve neokorteksi yeni bilgileri işlerken, bu süreçte eski anılarla yenileri birleştirebilir. Bu da rüyaların neden çoğu zaman garip ve karışık olduğunu açıklayabilir.
Rüyalar aynı zamanda duygusal düzenleme aracı olarak da görev görebilir. Özellikle negatif duygularla baş etmede önemli olabilirler. Depresyon yaşayan ve yakın zamanda boşanmış bireyler üzerinde yapılan bir araştırma, eski eşleriyle ilgili duygusal yoğunluğu yüksek rüyalar gören katılımcıların bir yıl sonra daha iyi hissettiklerini gösterdi. Başka bir araştırma ise, insanlar stresli olaylarla ilgili rüyalar gördükten sonra ertesi gün o olaylara karşı daha olumlu hissettiklerini ortaya koydu.
Beyin görüntüleme çalışmaları da bu görüşü destekliyor. Korkuyla ilgili rüyaları sık gören bireylerin, uyanıkken korku merkezlerinde daha düşük aktivite gösterdiği bulundu. Bu da rüyaların adeta gece seansı gibi çalışarak duygularımızı dengeleyebileceğini gösteriyor.
Barrett, bu konuda temel sorunun yanlış sorulmuş olabileceğini öne sürüyor. “Kimse ‘Düşünmenin amacı nedir?’ diye sormaz,” diyor. Uyanıkken düşünmek nasıl farklı işlevlere sahipse — planlama, problem çözme, hayal kurma gibi — rüyalar da benzer şekilde çok işlevli olabilir. “Rüyanın değeri, onun farklılığında gizli. Bu, uyanık bilişimizi tamamlayan ve zenginleştiren özgün bir düşünce şeklidir.”
Bazı araştırmacılar, rüyaların özellikle gündüz çözemediğimiz sorunlar için yaratıcı çözümler sunabileceğine inanıyor. Uyku sırasında beynin görselleştirme ile ilgili bölgeleri daha aktif hâle gelir, bu da özellikle imgelem gerektiren problemleri çözmemizi kolaylaştırır.
Tarih de bunu destekliyor: Mary Shelley’nin Frankenstein'in merkezi sahnelerini bir rüyada gördüğü, Alman kimyager August Kekulé’nin benzenin halka yapısını rüyasında keşfettiği ve Dmitri Mendeleev’in periyodik tabloyu tamamlayan son hali rüyasında gördüğü söylenir.
Sonuç olarak, rüyaların birçok amacı olabilir — ya da hiçbir amacı olmayabilir. Ama kesin olan şu ki: Beynimiz uykuda bile asla tamamen durmaz.