Araştırma
Beyniniz Gerçek Olanı Nasıl Anlıyor?
Peki gerçekten onun orada olduğunu nasıl bilebilirim? Dijkstra’ya göre bu, sadece dünyayı algılamamızla değil, aynı zamanda onu yaratmamızla ilgili. Yani gerçekliği sadece gözlemlemiyoruz, aynı zamanda zihnimizde inşa ediyoruz. Bu durum, beynimizin çevremizdeki dünyayı algılamasında duyularımızın pasif bilgi alıcısı değil, aktif bir yorumlayıcı olduğu anlamına geliyor.
Örneğin kalabalık bir cadde gördüğümüzde, beyin hızla gözlemlerimizi geçmiş deneyimlerle birleştirerek bir “gerçeklik” oluşturur. Arabaların hareketini, caddenin seslerini ve daha önce bu sokakta yürüme tecrübemizi birleştirerek, o ortamın “gerçek” olduğunu varsayarız. Bu, tehlikelerden kaçınmamızı ve çevremizde sağlıklı şekilde hareket etmemizi sağlayan pratik bir sistemdir. Ancak sistem mükemmel değildir. Beyin bazen hayal ile gerçeği karıştırabilir.
Dijkstra, University College London’da Imagine Reality Lab’de yürüttüğü araştırmada beynin bu yanılgısını inceliyor. Bu çalışmalar, 1910 yılında psikolog Mary Cheves West Perky’nin yaptığı ünlü deneylerden ilham alıyor. Perky, katılımcılardan boş bir duvarda bir domates ya da yeşil bir yaprak hayal etmelerini isterken, aynı anda o duvara çok silik bir şekilde bu objelerin gerçek görüntülerini yansıtıyordu. Katılımcılar bu görüntüleri dışsal değil, zihinsel hayal ürünü olarak algıladı. Bu durum, hayal gücü ile algı arasındaki çizginin ne kadar ince olabileceğini gösterdi.
Dijkstra’nın yaptığı modern versiyon ise biraz daha farklıydı. Katılımcılardan fMRI cihazına bağlıyken ekranlarında çapraz çizgiler hayal etmeleri istendi. Ardından bu çizgiler aslında bir ayna aracılığıyla gerçekten de ekrana yansıtıldı. Arka planda ise dikkat dağıtıcı "gürültü" (TV karıncalanması gibi) yer aldı, böylece hayal ile gerçek arasındaki fark daha da bulanıklaştı. Gerçek çizgiler yansıtıldığında, beynin şakakların arkasında yer alan ve yüz/nesne tanıma görevini üstlenen fusiform girus bölgesinde yüksek düzeyde aktivite gözlemlendi. İlginç olan ise, kişi sadece hayal ettiği çizgileri gerçek sanarak bir tür hafif halüsinasyon yaşadığında da aynı beyin bölgeleri benzer şekilde aktive oluyordu.
Bu gözlemler, Dijkstra ve ekibini “gerçeklik sinyali” adını verdikleri bir kavrama götürdü. Beyin, hayal ve algı sinyallerini birleştirerek bir tür eşik belirliyor. Bu “gerçeklik eşiği” aşılırsa, kişi gördüğünün gerçekten orada olduğuna inanıyor. Dijkstra’ya göre fusiform girus bu eşik kararında etkili olabilir. Ancak sürecin ön insula ve prefrontal korteksle bağlantılı olduğu da düşünülüyor. Bu beyin bölgeleri, bir şeyin gerçek olup olmadığına dair kararı verip, ardından fusiform girusa bu bilgiyi ileterek “yaşantıyı” daha canlı hale getirebilir.
Bu bulgular sadece hayal ile gerçek arasında nasıl ayrım yaptığımızı değil, aynı zamanda bazı psikiyatrik hastalıkların neden oluştuğunu da anlamamıza yardım edebilir. Örneğin şizofreni gibi bozukluklarda görülen halüsinasyonların beyindeki bu bölgelerdeki sinyal işleme sorunlarından kaynaklanıyor olabileceği düşünülüyor. Gelecekte bu bölgelere yönelik özel beyin stimülasyonları, hastaların tedavisinde kullanılabilir.
Dijkstra’nın bu konuda kişisel bir anısı da var. Hollanda’dan Londra’ya taşındığında, bir gün mahallede yürürken uzakta yalnız dolaşan bir yaratık gördü. Onu bir köpek sanmıştı. Ancak dikkatlice baktığında aslında bunun bir tilki olduğunu fark etti. Daha önceki deneyimlerinden dolayı Londra’da tilki görmeyi beklemeyen beyni, kısa bir süreliğine gerçekliği yanlış yorumlamıştı. Bu tür olaylar, beynin geçmiş bilgiye dayalı hızlı karar verme alışkanlıklarının zaman zaman bizi yanılttığını gösteriyor.
Araştırmanın geleceği ise hâlâ soru işaretleriyle dolu. Örneğin, hayal gücü güçlü olan bireylerin halüsinasyona daha yatkın olup olmadıkları gibi sorular hâlâ yanıtlanmayı bekliyor. Dijkstra, bilimde kesin inançlara saplanmadan sürekli olarak gerçekliği sorgulamanın önemli olduğunu vurguluyor. Ona göre bazen çok mantıklı ve açıklayıcı görünen fikirler bile yanlış çıkabilir. Ama bu da bilimsel ilerlemenin doğal bir parçasıdır.